27 Şubat 2010 Cumartesi

Çıtır Çıtır Bir Çörek ve Bir Küçük Soru Daha



Malzemeler:

  • 2 yumurtanın sarısı
  • 1 çay bardağı yoğurt
  • 1 tatlı kaşığı yaş maya
  • 1 çay bardağı ılık su
  • 1 çay bardağı sıvı yağ
  • Tuz
  • Aldığı kadar un
  • 200 gr. eritilimiş tereyağ
İçi İçin:

  • Beyaz peynir
  • Maydonoz

Hazırlama:

Yumurta sarıları, sıvıyağ, yoğurt, tuz, ılık su, maya ve un ile poğaça hamuru gibi, yumuşak bir hamur yoğuralım. Hamuru yoğurduktan sonra kabarmasını bklemeden dört eş parçaya bölelim.Unlu bir zeminde iki bezeyi hazır yufka inceliğinde açalım. İlk yufkanın üzerine erimiş tereyağını döküp, fırçayla her yerine sürelim. İkinci yufkayı da üzerine serip, aynı şekilde onu da yağlayalım. Sonra iki yufkayı birlikte rulo şeklinde saralım. Diğer iki yufkaya da aynı işlemi yapıp, buzdolabına koyalım. Ruloların içindeki yağlar donduktan sonra buzdolabından alıp, ruloları iki santim aralarla bölelim. Yeni oluşan her minik bezeyi avucumuzda şöyle bir yuvarlayıp, merdane ile yarım parmak kalınlığında inceltelim. Peynirli içi koyup, kapatalım poğaça gibi. Yalnız kabarması için, bastırmıyor, sadece kapatıyoruz. Küçük çörekleri yağlanmış tepsiye dielim, kalan tereyağını üzerlerine gezdirelim. Fırını 200 dereceye ayarlayın ancak tepsiyi ılık fırına verin. Mayasının gelmesi için zaman tanıyın.



Çıtır çıtır, lezzetli, lokmalar sizindir artık. Yağlı olur diye korkmayın, çıtır çıtır, kat kat, ben çok sevdim. Üzerine yağ gezdirdiğinizden kızarmayan, pembe kalan bu küçük midye çörekçikler hazırlandıktan sonra bloga konması en kısa sürmüş tariftir, Emine Beder'den alınmıştır. Kendileri dün sabah hazırlandılar, bugün karşınızdalar. Kolay iş değil blog yazmak. Tarifini seçecek, güzelce pişireceksin. Karanlık Ankara günlerinde güneşin gülümseyip kaçtığı anlara denk getireceksin ki, tazeyken, tüm güzelliği üzerindeyen poz versin emeklerin. Işığı bulur bulmaz çekeceksin onlarca fotoğrafı. Sonra fırsat bulduğunda bilgisayarına yükleyecek, seçim yapacaksın. Yayımlamaya değer bulduğun fotoğrafı Flickr hesabına aktaracak, orada fotoğrafın kırpılmayacak bir köşesine ismini yazacaksın. Öyle ya emeğini başkaları kullanmasın, önlem alacaksın.

Sonra söz edilecek konular kafanda dolaşıp duracak günlerce, pişecek. Bulaşık yıkarken, okul yolunda, uykunun kaçtığı bir gece vaktinde meşgul olacaksın cümlelerle. Bir kenara not almayıp da unuttuysan usturuplu bir cümleyi, kızacaksın kendine. Hay aksi ! Ya da şimdi olduğu gibi oğlanı dershaneye getirmişindir, okul sonrası etüd için. Veli bekleme odası sessizdir. Kitabını okumaya ara verip çıkarıp çantandan küçük defterini, yazmak için zorlayacaksın kendini. Pencereden dışarı bakarsın, Yüksel Caddesi kalabalık, küçük cafeler, şimdi adım başı açılan simit sarayları kalabalık, sokaktaki küçük iskemlelerde insanlar çay içer, kahve içer, sigarasını tellendirir. Sen evladını günün bu saatine, akşamın yedisine kadar ders dinlemek zorunda bırakan eğitim sistemine sevimli sözcükler yollarsın içinden. Her günü birbirini tutmuyorki insanın. Güllük güleçlik değil ki her vakit. İçin sıkıntılıyken kimin umurunda Narince'ye konması gereken yazı, tarif.

Hadi toparladın diyelim, bir de vakit bulup Blogger'ı tıklayıp, Yeni Kayıt sekmesinde açılan sayfaya doldurmak var bunları. Doldurup göndermekle de bitmiyor iş, yorumlara yetişeceksin. Sonra belki, blogu olmayan kalmadı deyip, sağda solda karşına çıkan, puslu, ne olduğu anlaşılmayan fotoğraflar, kopyala yapıştır tariflerle yüklü bloglara, üstelik bu blogların yaptığı reytinglere kızacaksın.

Kızgınlığın geçip de amaan olsun dediğinde, bu meşgaleye neden önem verdiğini hatırlatacaksın kendine. Sonra dönüp soracaksın komşularına sahi, siz neden bu işle meşgulsünüz?

23 Şubat 2010 Salı

Yemek Problemlerine Çözüm Önerileri


Ahkam kesmek değil ama, yaşadıklarımızdan, okuyup öğrendiklerimizden arta kalanları paylaşmak niyetiyle, çocukların beslenmesinde problem yaşamamak için yapmamız gerekenleri toparlayalım şimdi: Öncelikle yemek yemenin ailece yapılan bir şölen olduğunu hissettirmeli küçüklere. Sofrada sıkıntı ve stres yaşamaktansa birlikte zaman geçirilen hoş dakikalar olmalı yemek saati. Herkes vaktinden önce eline bir tabak alıp bir köşede yerse, kurmayı hayal ettiğimiz beslenme düzeni daha baştan sekteye uğrayacaktır.

Peki sofra saatinin hoş tecrübelere dönüşmesi için neler yapmalıyız? Yemek televizyon karşısında, kucakta, oyuncak başında, bisiklet üstünde, hatta sokakta değil sofrada bir arada yenir. Daha bebeklikte sofraya oturmaya, aileye dahil omanın sıcaklığına alıştırmalı onları. Sofra dağılacak, ortalık batacak endişesine kapılmadan, bir yaşından itibaren kendileri yemeye teşvik edilmelidirler. Tabağı küçük olmalı, az yemek konmalı, isterse bir daha verilen yemek aferin gibi sözlü onaylarla ödüllendirilmeli. Tabağına konan yemek miktarı için kendisine danışılan çocuk tabağının sorumluluğunu da almış olacak, bitirmeye çalışacaktır.

İmkanlar ölçüsünde çeşitli yemekler sunmalı, zorlama ve tehdit kesinlikle kullanılmamalı. Yemek ne ödüldür, ne de ceza! Çorbanı içersen oyun oynayabilirsin dediğinizde çocuğun alacağı mesaj şudur: çorba o kadar kötüdür ki, ancak karşılığında istediğimi alırsam içerim. Bu birkaç kez tekrarlandığında artık anne ve çocuk arasında duymaya alışık olduğumuz pazarlıklar başlar.

Ona özel yemekler hazırlamayın! Siz sofrada nasıl yiyorsanız o da öyle alışmalı. Fakat bu demek değil ki yemeklere bolca acı, baharat katabiliriz. Akşama ne pişirelim sorusunu sormak ve hazırlama, pişirme hatta sunma sürecine onu dahil etmek çocuğumuzun yemeğe bakışını olumlu yönde etkileyecektir.

Bir yemeği, sebzeyi, belki meyveyi yemiyor diye inatlaşmanın alemi yoktur. Bırakın kereviz yemiyorsa yemesin, ölmez ya, zaten yemeğe karşı olumlu tavır geliştirmiş, damak tadı yerinde bir çocuk gün gelecek kerevizi de yiyecektir.

Yemek sırasında acele ettirip, habire uyarılarda bulunmayalım, yediğinden fazlasını yemesi için ısrar etmeyelim.

Öğünler arasında daha çiğneme ve parçalamayı becerdiği ilk aylardan başlayarak ellerine çiğ sebze ve meyveler tutuşturalım. Bizimkiler halen ellerinde sivri biber, salatalık, marul, havuç atıştırmayı severler. Ben abur cuburdan tamamen uzak tutmadım, gönlüm el vermedi.Yalnız bunun yemekten önce yenmeyeceği kesin bir kuraldır. Aburcubur eve topluca alınır, köşe bucak saklama derdim yoktur.

Onların önünde model olduğumuzu hiç unutmayalım, ağzımızdan çıkan her sözcüğe, yüz ifadesine dikkat edelim.

Aslında bunca düzeni evde oturmak kolay, zor olan yakın aile üyeleri, komşular, arkadaşlar işin içine girince zorlaşıyor mesele. Duyacağı birkaç yanlış söz:

- O mu? I ıı ııh lahanayı hiç yemez bizimki, eve girmez!

-Yok ayol, ben yumurta yemem.

Belki anneannelerin babaannelerin torunlara geçtiği kıyaklar sizi biraz zora düşürebilir. Bununla baş etmek de başka bir hüner. Attığınız kırk taklaya, bir kırk daha eklenir bu durumlarda zaten.

Kolay gele deyip, tarife geçelim. Yine kek tarifi var, çünküm, kek yapmak kolayıma geliyor bu ara çünküm; aklıma takmışım, hemi çikolatalı, hemi portakallı bir kek yaratmayı. Buyrun:


Malzemeler:

  • 3 yumurta
  • 1 su bardağı toz şeker
  • 200gr tereyağ
  • 1 su bardağı portakal suyu
  • 1 türk kahvesi fincanı süt
  • 3 su bardağı un
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1 portakalın kabuğunun rendesi
  • 2 yemek kaşığı kakao
  • 50 gr. bitter çikolata


Hazırlama:

Yumurta ve şeker köpük köpük oluncaya kadar çırpılır, oda ısısındaki yumuşak tereyağ katılıp, tekrar çırpılır, portakal suyu, süt, portakal kabuğu katıp çırpmaya devam edilir. Unun birazı ayrılır kabartma tozu ile birlikte eleyerek katılır. Harçtan biraz ayrılır, kakao ve benmari yöntemiyle eritilmiş çikolata katılıp, karıştırılır. Kalan un beyaz harca katılır, o da karıştırılır. Yağlanmış kalıba önce beyaz karışım, sonra çikolatalı, sonra tekrar beyaz karışım dökülür, önceden ısıtılmış 180 derece fırında pişirilir.

18 Şubat 2010 Perşembe

Kaldığımız Yerden


Çocuklarda yeme içme alışkanlıkları üzerine başladığımız hoş sohbet sevgülüler günü münasebetiyle yarım kaldı. Gelen değerli yorumlarda da çocuklarımıza doğru beslenme alışkanlıkları kazandırmada hem fikir idik. Tijen ve Meltem yerden göğe kadar haklısın dediler. Sevgili Mine, biz evde her yemeği pişirelim ki, onlar da bu tadı bilsinler dedi. Öyle ya, tadına bakmadığı ya da bir kere bakıp reddettiği bir yemeği sevmesini nasıl bekleyebiliriz çocuktan? O lahana sevmez, Nalan'ın örneğinde olduğu gibi: paşa mantar yemez! Siz ondan önce yemez derseniz tabii yemez. Bizimkilerin haberi yok (umarım bu yazıyı okumazlar) babalarının arası yoktur karnıbahar ile. Bunu baştan bilselerdi, bugün yemiyor olurlardı karnıbaharı iştahla. Öğlen yemeklerine denk getiririm karnıbaharın kızartmasını, kıymalı yemeğini, sonra akşam babaya, sana kalmadı kusura bakma deriz. O da bir üzülür, bir üzülür. Selen seslenmiş uzaklardan, Endonezya'dan: bizim anlaşmamız var, çocukların bir yemeği tadına bakmadan reddetme şansları yok diyor. Ne yapıyoruz biz de kılıktan kılığa sokuyoruz sebzeleri. Öyle yemedi, böyle. Yemeğini sevmedi, haşlar yoğurt dökeriz, yanına belki köfte koyarız, sevdiği başka bir tatla eşleştiririz. Hepimizin geliştirdiği küçük yöntemler olmuştur konuyla ilgili. Köfte demişken, Beste çocuklarımıza gelişmiş bir damak tadı bırakalım , donmuş patates köfte almayalım, evde kendimiz yapalım dedi.

Aslı'cığım, annesinin alışkanlıklarını sürdürüyor, zeytinyağını çok seviyor, yemek seçmiyor, hem de incecik, güzeller güzeli bir hatun.

Sevil, evlatlarımıza doğru beslenme alışkanlıkları kazandırabilme arzusunu belirtti, pembeli blog komşum Aslı, nohutun yanına ille de pilav istedi, Sevgi, alışkanlıklarımızın izindeyiz, ama yenilikleri denemeye de açığız dedi.

Delfina, zenginlere ,yemek pişirilmeyen, dışarda karın doyurulan evlere kızgınlığını belirtti, çocuklarımızı sağlıkla huzurla büyütmek boynumuzun borcudur dedi. Deniz'ciğim henüz çok genç, zevkle okudum dedi, ilerde olması muhtemel çocukları için bilgiler depoladı aklının bir köşesine.

Zeynep, yeme problemleri yaşadığı oğlu için umutluydu, Kevser diş çıkarmakta olan Umut'a yeni bir çorba tarifi aldı sayfamızdan.

Gülay'a küçükken yemek seçme şansı tanımamıştı annesi, şimdi yemek seçmiyor oluşunu O'na borçluydu.

Zeynep, ben doğuluyum dedi, eti severim, her gün çorba içmezsem duramam dedi. Pelin de doğuluydu, babaannesi o doğduğunda hastahaneye çiğköfte getirmiş, sütten geçsin diye.

Hatice, oğluna yemek konusunda baskı yapmadı, zamanla her şeyi yemeye başladı şimdilerde küçük oğluyla uğraşıyor. Bunu da halledecektir.

Gülay ablacığım, akşam yemeği için babalarının gelmesini muhakkak beklediklerini anlattı, aile olmanın kutsallığına dikkatimizi çekti.

Zehra da bizim kız gibi kurufasülyenin yanına soğan, turşu, yeşillik istedi, küçük Derin, anneannesinin yayla çorbasını istedi.

Ve sevgili İnci, -ki kendisinin katıldığı yarışmadaki derecesi sebebiyle bugünün Kelebek'inde Sahrap Soysal'ın köşesinde ismi geçmekte- büyüyene kadar her şeyi yiyen çocukların şimdilerde kendi yemeklerini hazırlayıp, sofraya ekstra yemekler çıkarmalarından yakındı. Yapma İnci, zaten korkuyorum ergenlik denen musibetten, bir de sen korkutma beni.
Konuyu bu kadar toparlamışken yemek sorunlarından kurtulmak için neler yapmalı diyelim ve sorunun cevabını bir sonraki gönderiye bırakalım. Bu kadar bağlantı dolu bir metin yazmak yorucu oldu haliyle. Zencefilli, kakaolu bir kek tarifi ile virgül konduruverelim,

Malzemeler:

  • 4 yumurta
  • 1,5 su bardağı şeker
  • 1 su bardağı sıvıyağ
  • 2 tepeleme yemek kaşığı yoğurt
  • Minicik tuz
  • 2,5 yemek kaşığı kakao
  • 1 silme tatlı kaşığı toz zencefil
  • 1 silme tatlı kaşığı tarçın
  • 1 çay bardağı pekmez
  • 2 su bardağı un
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1 paket şekerli vanilin

Kek yapayım, zencefilli olsun diye başladığım, sonunda bir de pekmez katıverdiğim bir kekti. Bu yüzden şekeri sanki birazcık fazla geldi. Şeker miktarını birazcık azaltabilirsiniz; ama şekerli seviyorsanız sorun yok. Önce yumurtalarla şeker çırpılır, sonra sıvı malzeme, sonra kuru malzeme sırayla, eklenir, karıştırılır. Önceden ısıtılmış 180 derece fırında güzelce pişirlir, kürdan testi sonrasında yumuşacık kekinizi fırından alınız.

13 Şubat 2010 Cumartesi

Asık Yüzlere Çikolatalı Sufle


Yok yok benim kutlamaya hiç niyetim yok bu günü. Konuşsam satırlardan akan huysuzluk içinizi sıkar. Ne gerek var, hem kime ne? Kime ne huysuzsam? Kime ne iş güç arasına sokuşturulmak istenen günler kızdırıyorsa beni? Kime ne yani her yerin kırmızı olmasına, pembe kalplere sinir oluyorsam? Kime ne asık suratımı yumuşatmak için Şeker Portakalı okuyorsam? Kendi eften püften sebeplerimle sizleri yormaya hakkım yok şekerim.
Ama kutlamak isteyenler için çikolata kokulu saatleri tatlandıracak bir tarifim var. Hem de Aşk Kokan Tarifler konulu Yaman Etkinliği'ne gönderiyorum.

Malzemeler:
  • 100 gr bitter çikolata
  • 70 gr tereyağ
  • 3 yemek kaşığı un
  • 2 su bardağı süt
  • 4 yemek kaşığı toz şeker
  • 4 adet yumurta
  • Yarım paket şekerli vanilin
  • 1 yemek kaşığı pudra şekeri
Hazırlama:

Yumurtaların aklarını ve sarılarını dikkatlice ayırın. Yumurta aklarına bir fiske tuz ekleyip kar yapın, bir kenarda sırasını beklesin. Tereyağının bir kısmı ile sufle kaplarını yağlayın, pudra şekeri serpin, onlar da sırasını beklesin.
Kalan tereyağını eritin ve unu kavurun. Sıcak sütü yavaş yavaş ve sürekli karıştırarak ekleyin. Bu şekilde opaklanmaz, sütün hepsini verince tozşekeri de katıp, kısık ateşte bir dakika daha karıştırarak pişirin.
Çikolatayı rendeleyin ve soğurken kabuk bağlamasın diye ara ara karıştırdığınız kremaya ekleyip yedirin. Yumurta sarılarını da teker teker karışıma yedirin, şekerli vanilini katın.
Çikolatalı kremayı çırpılmış yumurta aklarına yavaşça katın. Bu işlem sırasında sakın çırpmayın, tahta bir spatül ile sadece alt üst edin. Aksi halde sufleniz kabarmaz.
Karışımı yağlanmış kalıplara boşaltın ve fırın tepsisine yerleştirin. Önce 200 derece fırında on dakika pişirin. Sonra ısıyı 160 dereceye düşürüp 15 dakika daha pişirin. Pişerken fırının kapağını kesinlikle açmayın, sufleler söner.
Fırından çıkardıktan sonra üzerine pudra şekeri serpip, yanında krema ile hemen servis yapın. Görüldüğü üzere fırından çıkar çıkmaz sönüyor bu nazlı güzeller.

10 Şubat 2010 Çarşamba

Çocuklarda Yeme İçme Alışkanlıkları Üzerine



Aile, kültürün aktarımında birinci ve en etkili kurumdur. Okuldan, arkadaş gruplarından, kitle iletişim araçlarından çok daha önce içine doğduğu ailesi kültürü edindiği, kişiliğinin şekillendiği yerdir çocuk için. Toplumbilime daha fazla dalmadan çocuğun yeme - içme kültürünü ailede edinmesinin bugünkü konumuz olduğunu söyleyeyim.

Çocuklar ailesinde gözlediği ve yaşadığı sofra kuralları, yemekler ve çeşitleri ne ise onu öğrenirler. Sofrada bir arada olmaya gösterilen özen ve kutsanan bir aradalık pekiştikçe huzurlu ve sağlıklı yetişkinler oluyorlar gelecek yaşantılarında. Evde bir arada yemeğe özen gösterilmesinin o ailenin huzurunun ve mutluluğunun bir işareti olduğunu düşünüyor, bu konuyu da belki başka bir vakit konuşuruz diyorum.

Bir Karadeniz çocuğu hamsiyi nasıl severse, kuru dolma da Antepli çocuğun damağında özel bir yere sahiptir. Bize yenilmesi zor gelen arabaşını Yozgat'taki çocuk severek yiyebilir. Üstelik evde hazırlandığı ve de sunulduğu şekliyle olsun isterler. Bizim çocukların mercimek köftenin yanına yeşil soğan salatası ve ayranı, mantının üzerine sumağı araması gibi.
Bir keresinde oğlanın öğretmeni hem gülerek, hem şaşkınlık içinde anlatmıştı. O gün beslenmesini yememiş; sebepse şuymuş:

-Ben tulum peynirinin yanında çay severim. Sütle yenir mi hiç?

Bir daha da beslenme çantasına tulum peyniri koymadım. Huysuzluk değildi, kapris hiç değildi bu; sevdiği, alıştığı gibi olsun istiyor sadece.

Kıza sorsam akşama ne pişirelim diye, ilk cevabı:

-Kurufasülye pilav!

O kabul görmezse ikinci isteği:

-Karnıyarık!

olur. Kurufasülyenin yanına turşu ve soğan ister. Turp, her türlü yeşillik, özellikle maydonoz saplarını ve tereyi çok sever. Böyle gördü çünkü babasından. Sizin de kendi örneklerinizi bekliyorum.

Vereceğim tarif bizim evde en sevilen haliyle sebzeli ezme mercimek çorba.

Malzemeler:

  • 1 su bardağı mercimek
  • Bir baş kurusoğan
  • Bir küçük patates
  • Bir küçük havuç
  • Bir tepeleme yemek kaşığı domates salçası
  • Sıvıyağ
  • 2 su bardağı tavuk suyu
  • 6 su bardağı su
  • Tuz, karabiber, kuru nane

Hazırlama:

Bu çorbayı düdüklüde pişirmek en iyisi bence. Tencerede pişmesi çok uzun sürer ve kaynadıkça buharlaşan su yüzünden koyacağınız su miktarı artar, bu da çorbanın lezzetini olumsuz etkiler. Sıvıyağda ince yemeklik doğranmış kurusoğanları kavurun, sararınca salçasını katıp, şöyle bir çevirin ve suyunu, tavuk suyunu koyun. İyice yıkanmış mercimekleri, rendelenmiş havucu ve patatesi katıp, tuzunu ekin. Kapağını kapattığınız düdüklü kaynayıp, buharı çıktıktan sonra 30-35 dakika pişirin. Verdiğim su miktarı ortalamadır, mercimeğin cinsine, kalitesine göre değişir çekeceği su miktarı ve pişme süresi. Kapağını açtıktan sonra varsa blendırda çekin, pürüzsüz olana kadar, yoksa eski usül, delikli bir kevgirden tahta kaşığın tersi ile geçirin çorbanızı. Karabiber ve naneyi katıp, tuzunu ayarlayın. Bu oranda istediğiniz kıvamda bir çorba elde edersiniz ancak; oldu ya mercimeğiniz farklı, koyu ise biraz kaynar su katabilirsiniz. Sulu olmuş ise başka bir tencerede biraz un kavurup çorbanızı bu tencereye aktarın ve tekrar kaynatın, sorun çözülecektir. Afiyetler olsun.


3 Şubat 2010 Çarşamba

Hindistancevizli Çikolata Ganajlı Nefis Kurabiyeler


Bu nefis kurabiyeleri reelde de bir pastahane açmasında ısrarlı olduğum sevgili Pelin'de gördüğümde yaparım demiştim aylar önce. Yalnız her şeyi erteleme huyum sayesinde bugünlere kaldı deneme. Yoğun hindistancevizi, çikolata ile birleşiyor ve çok sevdiğim hindistancevizli çikolataların tadını bilem geride bırakıyor. Zaten tadımlık olduğundan kaç tane yediğinizin farkına varmıyorsunuz. Tarifi olduğu gibi aktarıyorum.


Malzemeler:

Kurabiye İçin:

1 Şubat 2010 Pazartesi

Ebe- Sobe!

Sevgili Yeşim -ebe ! demiş. Ebeyi de Beste'de gördüm, daha uygun olmuş, bundan böyle ebe demeli, şu Mim sözcüğünden hoşlanmadım baştan beri. Kendimizden söz etmemizi isteyen bu oyun bütün blogları dolaştı neredeyse. Sıra bende, başlayalım:

Nerden başlasak ki? El yıkama takıntımla başlayayım. Temizlik yapmayı pek sevmem, ev işlerini mecburen yaparım, canım isteyince yaparım. Ama gün boyu sıkça el yıkarım. Ortalık dağınık olabilir, iş bekleyebilir ama el temizliği beklemez. Ellerim, yediğim içtiğim hijyen olmalıdır. Bunu çok yakın ailem bilir, herkese de söylemem. Aramızda kalsın. Çünkü benim bu durumum insanları rahatsız edebilir düşüncesindeyim. Gittiğim evlerde çaktırmadan hafiyelik yaparım. Elini iyi yıkadı mı, temizi kiri ayrı mı? Herkes temizliğe dikkat eder elbet ama; tuvalet fırçasıyla mutfağı süpüren de gördüm, makinaya kirli çamasırları atıp, sofraya oturan da. İçinizi kaldırmayayım, ben biraz takıntılıyım bu konuda. Hatta on yıl önceleri ellerimde egzama vardı, doktorların verdiği hiçbir ilaç fayda etmiyor, derileri soyulan kanayan ellerimi ben aynı sıklıkla sabunlamaya devam ediyordum. Bir de sağlık önerisi, bu dertten muzdarip olan çok, benim bu sorundan tamamen kurtulmamı sağlayan deniz suyu oldu. Bodrum'da yaşadığımız ikibuçuk yıl, kireçli kuyu suları ellerimi iyleştirdi, eldivenlerden ve kanayan, sürekli kuruyan ellerden kurtuldum.

Dağınık biriyim, düzenli tertipli bir hatun olamadım bir türlü. Evi dağınık tutmam, rahatsız olurum ancak hani kimilerinin dolapları, kitaplığı derli topludur, yok ben yapamıyorum bunu. Zira bu durumu tamamlayan bir diğer özelliğim de sıkı planlı, programlı olmayışımdır.

Evde yalnız kalmayı severim, tek başıma yürümeyi. Az bulduğum bu anlar değerlidir.

Yavaş, mız mız insanlara tahammülüm yoktur, her işi hızlı yapmalıyım.

Hayatımın hiçbir döneminde süslü olmadım. Makyaj yapmam, takıdan hoşlanmam. Hep rahat giyinirim, bir kot pantolon, bir kazak yeter bana. Topuklu ayakkabı uzak dursun. Hele kot pantolonun altına topuklu ayakkabı giymiş bir bayan görünce çıldırıyorum. Saçlarımı kısa kestirir, minik gümüş küpeler takarım. Uzayan tırnaklara tahammülüm yoktur.

Evcimenim, ev kedisiyim ben. Günlerce evden çıkadan yaşayabilirim. Komşu gezmelerine, altın günlerine alışamadım, sevemedim. Eşimin işi gereği gece hayatı ile uzun süre çok haşır neşir olduğumuzdan, pisliklerini bilir, heves duymayız. Sonra evimde yemekler düzenli olmalı, buzdolabımda her zaman sulu yemeğim, çorbam bulunur. Kek fanusunda bir parça kek, kavanozda kurabiye. Evden uzak kaldığımda kurduğum bu düzen bozuluyor, rahatsız oluyorum. Çocuklara sunduğum konfor beni mutlu ediyor.

Annemden miras kalacak şeker için sinyaller veren, hipoglisemik sorunlarım var, bu yüzden sık acıkırım, karbonhidrata, basit şekerli gıdalara düşkünüm. Başdönmesi, titreyen eller ve soğuk terlemeler arasında çikolataya saldırdığım çok olur. Sinirli hallerimi anlayan ve ses çıkarmayan küçük aileme teşekkür borçluyum.

Bu sefer ben de birilerini ebelemek niyetindeyim. Yakın komşum Sevgi'yi, Zehra'yı, Meltem'i, İnci'yi, Mine'yi, Gülay'ı ve Funda'yı ebeliyorum.

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin