26 Mart 2016 Cumartesi

Kakuleli, Zencefilli, Tarçınlı Yağmurlu Gün Bisküvisi



Karanlık ve yağmurlu günleri sevmem. İçim daralır, nefes alamam. Depresyona hazırımdır, meylim vardır. Öyle kolay kolay da geçmez içimin darlığı. Ertesi gün olur da güneş doğarsa ancak. Yaptığım ettiğim de karanlıktır biraz böyle günlerde. Adettendir diye, herkes yapıyor diye de yapmayı sevmiyorum bazı şeyleri. Baharatlı kurabiyeleri, bisküvileri karlı günlerde yapmaktan söz ediyorum. Evdekilerin akşam çayının yanına atıştıracak bir şeyler aramaları da rahatsız edici olmaya başlamış ufaktan. Sitemkar olmuşlar, neyse vaktin yoksa hazır alalım bari demeler... Hava kapalı, içim dar belki iyi gelir umuduyla mutfağa dalma hali. 100 gram oda ısısında tereyağı ile başlamak da benim adetimdir kurabiyeye, bisküviye. 1 su bardağı pudra şekerini yediririm tereyağına, bir yumurta, buzdolabında paketi açılmış krema var ondan da iki yemek kaşığı katayım bari, bir buçuk tepeleme yemek kaşığı dolusu buğday nişastası, gevreklik etkisi bekliyorum kendisinden. Yulaflı olsun, o da bir su bardağı dolusu yetsin. Baharatlar: bir çay kaşığı kakule, bir çay kaşığı karanfil döveyim, kabuklarını, çerini çöpünü ayırayım. Neden daha fazla katmıyorsun? Cesaretim yok, du bakalım. Bir çay kaşığı tarçın, bir çay kaşığı toz zencefil. Nasıl? Güzel di mi? Cesur eğilim, hem çok aram da yok ama yarım çay kaşığı da yenibahar katacağım ben. Şöyle alttan alttan hissettirsin kendini. Şimdi un ekleyelim; bir su bardağı artı iki tepeleme yemek kaşığı dolusu unu kabul etti hamur. Unla birlikte bir paket de kabartma tozu katıldı tabii. Oldu oldu güzel kokuyor. Toparlayıp buzdolabına atayım biraz, kendine gelsin. Bir iki saat sonra aldım, strech film arasında yarım santim kalınlığında açıp kalıpla kestim, yağlı kağıt serili tepsiye dizdim. Fırınım 200 derecede ısınmış. Çabucak piştiler, soğudukça sertleştiler. Koku mis. Tadına bakmak için sabırsızlanıyorum tabii. Tadına da vermişim on numara beş yıldız. Bir kahve yapayım, uzatayım ayaklarımı. Kitabım da gelsin. Biri depresyon mu dedi?



2 Mart 2016 Çarşamba

Fıstık Ezmeli Kurabiye



Yaşım ilerledikçe anneme benzediğimi söylüyor evdekiler. Sanırım haklılar. Sanırım kızlar ne kadar anneme benzemeyeceğim dese de büyüme sürecimizde annenin bakışı, görüşü, duygulanımları, tepkileri, ''kullandığı özlü sözler'' bir şekilde gizlice kodlanıyor içimizde bir yerlerde. Yıllar geçtikçe annemin çocukluktan kadınlığa geçiş sürecimi baltalayan, neşemi, coşkumu söndüren, nefes aldırmayan hallerine kızgınlığım nispeten hafifliyor. Ondaki değişimi görmek, torunlarına daha sevgiyle, anlayışla yaklaşması içimde sitem duygularını yeşertiyor. Ama ben de büyüyorum ve hep sitemle, hep kızgınlıkla yaşanmıyor, biliyorum. Hepsini bir yana bırakıp dilime annemden geçmiş evvel zaman benzetmelerini kullanmak hoşuma gidiyor. -Hah! diyorum. Nasıl da cuk oturdu, nasıl da lazım şimdi bu laf buraya. - Keyf onda köy Memed Ağa'da! diyiveriyorum mesela cebindeki son parasını sinemaya verip eve yürüyerek gelen oğluma. Tuttuğun banaysa öğrendiğin kendine demiyorum, demeyeceğim! Yardım istediğimde Ayşesu hatırlatıyor bu lafı ve gülüşüyoruz sadece. Evlat senin ama göğnü senin olmuyo diyorum zaman zaman. Hem yeri geldiğinde  kullanma ihtiyacı duyuyorum, hem hoşuma gidiyor, hem de belki diyorum tıpkı bende olduğu gibi çocuklarımın da içlerinde bir yerlerde beklerler kullanılmak için. Bir çeşit aktarabilme kaygısı da var yani. Yalnızca bu mu kültürün aktarımıyla ilgili kaygılarım? Onlar turşu da kursunlar, tarhana da yapsınlar isterim ben. Yaparlar mı acaba? Besinler bu kadar hızla kirlenir, yemek yemek bir yanda özentili bir gurmeliğe dayanır, bir yandan hızlı olsun, olsun da bitsin, yorulmayalım, aman canım ne uğraşalımcılık genel geçer olmaya yüz tutmuşken. Umarım yaparlar, severler benim kadar olmasa bile. Mesela Ayşesu geçenlerde fıstık ezmesi yapacağım deyip ufak çaplı bir internet araştırması sonucu evdeki fıstıkları üşenmemiş soymuş, biraz bal ve pekmez, biraz da zeytinyağ ilavesi ile blendır bızztlatması kolaylığıyla kendi yer fıstık ezmesini yapmıştı. Birkaç gün sonra da anne bundan kurabiye yapalım demişti. Daha önce blogda tarifini verdiğim çikolatalı, fıstıklı ve yulaflı kurabiyeler gibi olsun demişti. O yoğurma kabının başına geçmiş, ben malzemeleri eklemiştim. 100 gr oda ısısında tereyağına fıstık ezmesindeki şeker miktarını da göz önüne alarak 3/4 su bardağı şeker ekledim, yoğurarak yedirdi. Sonra üç dört dolu yemek kaşığı fıstık ezmesi, bir yumurta, iki yemek kaşığı buğday nişastası, bir buçuk su bardağı yulaf, yarım paket şekerli vanilin, bir paket kabartma tozu, aldığı kadar da un ekledim, o yoğurdu ince güzel elleriyle yapışmayan bir hamur oluncaya kadar. En son da damla çikolata kattık, hamuru boyamasın, içinde tane tane dursun diye. Şekil verdi ve yağlı kağıt serili tepsiye dizdi yine öptüğüm elleriyle. 210 derece fırında pişirdik yakmadan, kızarmadan. Fırından çıkınca dağılırlar kürdan testini geçtiyse pişmiş demektir dedim ona. Bak, durdukça sertleşecek, kırılmaz olacak. Evladına bildiklerini aktarmak güzel şey. Biliyorum sadece rehber olabilirim onlara. Onlar hatalarından da öğrenecekler, deneye yanıla. Benim yap et demem boşa. Evlat senin ama göğnü senin olmuyo der annem...                                                                                                                                                                                                                                                                                                    

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin